Devoir de Philosophie

Emile ya da Eğitim Üstüne

Publié le 01/01/2011

Extrait du document

Emile ya da Eğitim Üstüne Rousseau’nun ikinci romanı olan “Emile”, aslında yazarın insanların eğitimi ve kültürel gelişimi hakkındaki düşüncelerini yansıtıcı bir niteliktedir. Başkalarının koyduğu kurallara göre eğitilen insanların özgür olamayacağını ve köleleşeceğini savunan Rousseau, romanını beş bölüme ayırır; ilk bölümde, Emile kırsal bir bölgede, anne sütü ile beslenerek büyür. İkinci bölüm Emile’in beş ie oniki yaşları arasında geçer , yetim kalan çocuğu himayesine alan ve Rousseau’nun ideal toplumunun temsili olan öğretmeni, on ikisine gelene kadar karışmaz Emile’in hayatına. Doğayı gözleyerek büyüyen Emile’e ne din, ne ahlak, ne bilim, ne sanat konusunda bir bilgi verilmez, herhangi bir otoritenin baskısından uzak tutulur çocuk.

Üçüncü bölümde Emile’in 15 yaşına kadarki hayatı anlatılır. Ona aktarılan bilgiler kitabi olmaktan çok, kendisinin gözlemleyeceği deneyler tarzındadır. Fizik ve coğrafya ekseninde dönen bu eğitimle amaçlanan, Emile’in kendi tahayyül ve muhakeme gücünü geliştirmesi olurken, mesleki beceri olarak da marangozluk öğretilir. Okuduğu tek edebi metin ise, Daniel Defoe’nun; hem doğal insan davranışlarını hem de küçük burjuvanın dünya karşısında rüştünü ispatlamasını anlatan “Robinson Crusoe” romanıdır.

Dördüncü bölüm Emile’in iç dünyasını geliştirmeye, sağlıklı bir ruh hali kazanmasına yönelik eğitimine ayrılmıştır. Burada eski Yunan klasikleri ve tarih kitapları girer devreye. Artık delikanlılık çağına gelen kahramanımızın dostlukların erdemini, acıma hissini, insanlarla eşit ilişki kurmayı ve dinsel inançları öğrenme zamanı gelmiştir. Rousseau’nun bu bölümde anlattığı Tanrı inancının, kilisenin dogmatik öğretisiyle çeliştiğini ve çok daha insani bir din tasarladığını söyleyebiliriz. Aynı bölümde Sophie ile de tanışırız. O da -cinsiyetinden kaynaklanan ufak tefek farklılarla- doğal bir eğitim görmüş, düşünsel ve duygusal gelişimini tamamlamıştır. Romanın bu iki kahramanı da hayata hazırdır artık ve okuyucu mutlu bir izdivacın kokusunu almadan edemez.

Son bölümde beklenen evlilik gerçekleşir. Ancak daha öncesinde, eğitiminin son aşaması olarak Emile iki yıl süren bir Avrupa gezisi yapar, dönüşünde kıyılır nikahları. Doğan çocuklarının ardından, Emile’in öğretmeni onları kendi hayatlarını yaşamaya gönül rahatlığıyla bırakır. Aldığı iyi eğitim sayesinde, soylu ve zengin olan Emile için gelecek aydınlık görünmektedir...

Bir Eğitim Ütopyası Edebi olarak roman tarihinde belki büyük bir önem taşımaz “Emile” ama bir romanın bilimsel bir metin olarak kurgulanışı, algılanışı ve gerçek hayat üzerindeki etkileriyle ve içerdiği felsefi düşüncelerle ilgiye değer. Muhafazakar çevrelerce -dördüncü bölümü nedeniyle- yakılmak istenen, birçok pedagog tarafından ise neredeyse tamamiyle uygulanmaya kalkışılan Rousseau’nun önerileri, elbette hayata geçirilebilecek türden değildir, zaten onun da böyle bir niyeti olduğu söylenemez. Rousseau, bir ütopya olarak nitelenebilecek bu radikal eğitim paketiyle, o anda varolan eğitim sisteminin insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini göstermek istemiştir. Rousseau’nun yaşadığı dönemde bazı kavramlar ve kurumlar yoktu. Mesela ideoloji ya da ideoloji gibi sözcükler telaffuz edilmiyordu. Ama, onun romanında vurguladığı eğitimin yönlendirici ilişkisi, bugün devletin ideolojik aygıtları başlığı altında tekrarlanıyor. Ailede, kiliselerde ve okullarda verilen eğitimle düzene uygun kafalar yetiştirildiğini telaffuz etmeyen hiç bir çağdaş pedagog kalmadı artık. Özgürlük kavramı ise hiç bir zaman gerçekleşmeyecek bir düş gibi kalmayı sürdürüyor. Çünkü Rousseau’nun doğal insanı toplumdan yalıtık bir nitelik taşır. Her şeyin nötr olduğu bir ortam gerektirir bu tarz bir özgürlük. Oysa, maddi ve sınıfsal farklılıklar içerisinde dünyaya gelen çocukların Rousseau’nun önerdiği bir eğitimle yetiştirilmeleri bile toplumdaki farklılaşmanın önüne geçemez.

Rousseau’nun manifestosunu yazdığı romantizm akımı Avrupa entelektüel hayatını oldukça etkilemiştir. Onunla aynı tarihlerde İngiltere’de başlayan Gotik edebiyat, Almanya’da Schiller ve Goethe hep romantizmle yoğrulmuştur. Mevcut hayata bir tepki, eskinin pastoral günlerine bir özlem olarak özetlenebilecek romantik anlayış, ifadesini Aydınlanmacı düşüncelerde bulan modernizmin şafağında modernizme yönelen sert bir eleştiri olarak önemlidir. Ancak, her ne kadar Rousseau, erken dönem bir romantik olarak bu tarz bir gericiliğe düşmemişse de, modernizme karşı eleştirel tutumlarıyla romantiklerin büyük bir kısmı Avrupa’yı saran devrimci duruma muhalif kalmışlardır. Başta Rousseau olmak üzere bütün romantiklerin toplumsal meselelere yönelik acı anlatıları, uyarıları vardır ama çözüm önerileri fazlasıyla naiftir. Hatta Mary Shelley’in “Frankenstein”ındaki gibi kırlara kaçışta bulurlar kurtuluşu. Ya da tekrar Rousseau’ya dönersek, doğaya uyumluluk yeterli olabilecektir güzel bir toplumsal hayat için...

Siyasi, ahlaki ve felsefi düşüncelerin bir edebi metne yedirilmesi, 18.yüzyılda, henüz emekleme döneminde olan roman sanatının başlıca özelliklerindendi. Defoe, Richardson, Voltaire, Prevost, Swift, Fielding, Lurence Stern, Diderot, Goethe ve diğerleri, ister romantik olsunlar ister akılcı, bağlandıkları idealleri romanlarına taşımışlar, hatta kimileri romandan çok felsefi eserler üretmişlerdi. Rousseau’nun metnini bu bağlamda değerlendirmek, hem hikayesinin hem de karakterlerinin gerçeklikten uzak oluşunu kavramak açısından önemlidir.

J. J. Rousseau'nun 'Emile'i ya da Çocuk Eğitimi Üzerine Romantik Bir Hikaye

Salı, 07/08/2007 - 10:11 — Şahin Torun

 

Montaigne, John Locke ve J. J. Rousseau. Eğitim konusunda en fazla düşünen üç batılı usta. Kökleri farklı biçimlerde de olsa Eflatun’a kadar geriye gider bu üç büyük ustanın…

Emile Durkheim ve Max Weber’e gelindiğinde ise tamamen sistematize edilmiş ve sosyolojiyle ilişkilendirilmiş bir yeni bilim dalı olup çıkar eğitim.

Sonrasında bütün bu büyük ustaların fikirleriyle ortaya çıkmış birçok modern deneyime girişilerek postmodern düşünür İllich’in ‘Şenlikli Toplum’ tasavvurundan Neo-Marksist Joel Spring’in ‘Özgür Eğitim’ine kadar genişleyip şekillenen bir eğitim endişesinin sürdürüldüğü gözlenir.

Bununla beraber felsefeden sosyolojiye, iktisadiyattan tarihe, psikolojiden kültüre ve hatta insanla topluma dair bütün bilimleri kapsayacak biçimde genişlediği gözlenen bu eğitim endişesinin Batılı toplumlar nezdinde sanki de tek bir noktada ele alınabilecek kadar belirginleşen ortak bir ‘idea’yı şekillendirdiği görülür.

Hangi biçimde olursa olsun ‘insan’ın ‘eğitilebilir bir hayvan’ olduğu düşüncesiyle bu hayvandan elde edilecek faydayı (pragma) maksimize etmeye endekslenen bu idea nın izleğinde ise kimi zaman birey’in, kimi zaman devlet’in kimi zaman toplum’un kimi zaman da dünya’nın eksene oturtulduğu amansız bir arayış dikkati çeker.

Bu bakımdan şairlerle güçsüzleri ‘site’den kovalayan Eflatun’la ‘Emile’i eğitirken nesneler konusundaki yargı yeteneğini başka hiçbir erdemi sorgulamadan sadece yarar ilkesini gözeterek öğretmeye çalışan Rousseau deneyimi arasındaki benzerliğe şaşırmamak gerekir…

Zira Rousseau’yu birçok imkana sahip özel bir çocukla girişilmiş bir romans yazarı olarak eleştiren H. Legrand’a kulak verecek olursak ‘…Sadece nesneler konusunda olsa bile böylesine ‘yararcı’ bir düşünceyi yücelterek eğitilen bir çocuk nasıl eğitilmiş olursa olsun aslında gerçekliğin cihanşumul toplamı demek olan ‘ilim’ düşüncesinden uzak bir şekilde eğitilmiş olacaktır…’

Oysa tarihin kendinden sonraki bütün zamanlarında büyük bir öğretici olarak anılmıştır Rousseau ve ikinci romanı ‘Emile’in kahramanı ‘Emile’ de tıpkı öğreticisi kadar büyük bir öğrenci diye anılmıştır.

Büyük öğreticinin ifadesiyle ‘Emile’ adlı bu romans ilk elde ‘…düzensiz, arka planı olmayan bir düşünceler yığını olarak şekillenmiş ve düşünen bir anneye – M.de Chenonceaux…’ ya yardımcı olmak üzere kaleme alınmıştır.

Herhangi bir otoritenin koyduğu kurallara göre eğitilen herhangi bir insanın özgür olamayacağını ve köle gibi davranacağını öne süren Rousseau beş bölümde kurguladığı ‘Emile’in eğitim macerasını, insan eğitimi ve kültürel gelişim konusundaki kendi özgün ve aykırı düşüncelerinin bir özeti gibi hazırlamış.

Birinci bölüm bir ‘yalnızgezer’ olarak Rousseau’nun da sürekli düşkünlük gösterdiği üzere Emile’ in kırsal bir bölgede anne sütü ile beslenerek yetişip büyütülmesine ayrılmıştır. Bu bölümde Rousseau kurgulanmış öğrencisini kırsal bir bölgeye yerleştirmiş ve burada hem duygusal hem de fizyolojik gelişim açısından oldukça önem arzeden basit bir doğallık içerisinde Emile’in ‘Doğa’ ve ‘Anne’ ile baş başa büyümesi konu edinilmiştir.

İkinci bölüme Emile’in çocukluk ya da ilk gençlik döneminin hikayesi de denilebilir. 5 yaşından 12 yaşına kadar ele alınan bir süre içerisinde her nedense yetim kalan ve Rousseau’nun ideal toplumunun temsilcisi yada önderi konumundaki bir öğretmenin himayesine verilen bir Emile söz konusudur.

Kursağındaki saf anne sütüyle serpilip büyüyen potansiyel öğrenci, macerasının bu bölümünde tamamen özgür bırakılarak doğa’nın kucağına yerleştirilmiştir. Neredeyse çocukça bir ampirizm diyebileceğimiz bir kurgu eşliğinde anlatılan bu evrede Emile’e düşen tek şey ise‘doğayı izlemek’ ve ‘büyümek’ ten ibarettir…

Anne kucağından öğretmenin himayesine ve oradan da doğanın tam orta yerine bırakılan Emile’ e bu evrede ne din, ne devlet, ne otorite, ne ahlak, ne bilim, nede sanat ve kültür adına hemen hemen hiçbir şey öğretilmemiş yada dikte edilmemiştir. Çünkü Emile’in özgür olması ve maddi yada manevi bütün otorite ve baskılardan uzak tutulması amaçlanmıştır.

Rousseau’nun saf ve doğal öğrencisinin hayatının üçüncü evresi ikinci evreye göre oldukça kısadır… 3 yıllık bir zaman söz konusudur ve 12 yaşındaki özgür öğrencinin 15 yaşına kadar geçirdiği süre anlatılmaktadır bu bölümde.

Avrupa’lı Emile’in kaçınılmaz Batı’lı karakteri de bu dönemde anlam kazanmaktadır aslında, çünkü okuduğu tek kitap olan ‘Robenson Cruseo’ dan ‘Daniel De Foe’nin anlattığı gibi nerede olursa olsun, isterse tek başına bir ıssız adaya düşmüş olsun, normal her Avrupa’lı insanın yapması gerektiği gibi Emile’in de daha en başında ‘doğal’ bir ‘insan’ olarak ‘doğayı ele geçirmeyi’ ve bir ‘küçük burjuva’ olarak hem doğa hem de dünya karşısındaki rüştünü ispat etmeyi öğrenmesi gerekmektedir. Bu evrede bu kurgulanmış eğitim mucizesine aktarılan tüm bilgiler basit bir marangoz çıraklığı hariç kitabi olmaktan çok gözlem ve deneye dayalı ‘a-priori’ bilgilerdir… Genel olarak fizik ve coğrafya ekseninde kümelenen bu eğitimle verilmek istenen en önemli terbiye ise Emile adındaki küçük burjuvaya kendi tahayyül ve muhakeme gücünü geliştirmesi yoluyla ele geçirdiği doğa üzerinde her daim ‘Robinson’ olarak kalabilmeyi ve dolayısıyla hiçbir zaman ‘Cuma’ olmamayı öğretmekten ibarettir… Dördüncü ve sondan bir önceki bölüm ister istemez bir otoritenin öğretmen kılığında da olsa devreye girdiği bir döneme ayrılmıştır.

Annesinden ayrılmış, öğretmeninin hizalandırdığı bir özgürlükle büyümüş, soğuğu üşüyerek, sıcağı yanarak, güneşi, ay’ı , yıldızları, ağacı, toprağı ve yağmuru yaşayarak öğrenen Emile’e bir iç dünya hazırlanacak zengin bir ruh kazandırılacaktır bu dönemde.

Dinsiz, imansız, kanunsuz, kuralsız ve aşk’sız bir halde büyüyen küçük burjuva için hemcinsleriyle ve diğerleriyle rekabet edebilmeyi öğrenmek için yetişmenin zamanı gelip çatmıştır artık.

Emile’in bu evresinde okuru batılı tarzda o zamana kadar alışılmadık bir eleştiriyle baş başa bırakır Rousseau. İlk yapılacak iş Emile’in iç dünyasını geliştirmek ve sağlıklı ve duygusal bir ruh hali kazanmasına yardımcı olmaktır.

İşte tamda bu evrede Rousseau’nun savunduğu özgür ve doğal eğitim kıracak biçimde bir yönlendirme dönemi başlatılarak bütün eski Yunan klasikleriyle kadim Batı’lı tarih kitapları gündeme getirilmiştir. Artık delikanlılık çağına gelmiş bulunan öğrenciye dostluğun, kahramanlığın, acımanın, erdemin ve ahlakın ne olduğu anlatılırken öğretilmesi ve öğrenilmesi gerektiği düşünülen hemen her değerin numuneleri Yunan düşüncesinden devşirilecektir. Rousseau’nun bu bölümde Emile’i iteklediği Tanrı inancı tam anlamıyla dönemin dogmatik kilise öğretisi ile karşıt bir Tanrıdır… Rousseau’nun Emile’e dikte etmeksizin dikte ettiği bu yeni inancın Tanrısını incelemek hiçte boşuna olmayacaktır. Çünkü dönemin kilise eğitiminden sıkılan bir çok aydın için en savunulası tanrı konumunda olan bu yeni Tanrı hem doğal hem de oldukça kullanılışlı bir inancın müjdecisidir.

Öte yandan Voltaire’in de aralarında bulunduğu birçok filozofun ortak tanrısı olan bu yeni Tanrı dinsizliğin ve spiritüalizmin revaçta olduğu bir dönem için dinsel rejim açısından da bir rahatlama kanalı açacak nitelikte olması bir yana hiçbir dine karşı olmayışı ve adeta bir kesişim noktası üzerinde durması nedeniyle de hayli ilgi çekicidir…

Aynı dönemin bir başka kahramanı ise cinsiyet farklarıyla oluşmuş küçük detaylar dışında Emile’ile hemen hemen aynı eğitim çizgisinden gelen aranan sevgili ‘Sophie’ dir.

Bölümün kurgusundan anlaşıldığı kadarıyla adeta Emile için yetiştirildiği görülen Sophie’de tıpkı Emile gibi bir küçük burjuva olarak yetiştirilmiş, tamamen doğal bir eğitimden geçirilmiş, duygusal ve düşünsel eğitimini tamamlayarak, hayata hazır hale getirilmiştir.

Emile’ adlı romanın bu bölümünde ne kadar aykırı ve ayrıksı olursa olsun Rousseau’nun tam anlamıyla bir rekabeti dillendirmeye çalıştığı görülür.

Tamamen farklı yetiştirilen bu iki insanın bütün aykırı ve ayrıksı özelliklerine rağmen toplum içerisinde bir yer edinebilecek durum da olup olmadıkları sınanacaktır öncelikle… Kadınlara, erkeklere, soylulara ve halka nasıl davranılacağını bilebilecek yada toplumsal kurallara alternatif bir biçimde de olsa uyum sağlayabilecek bir terbiye ile yetişen bu iki genç insan sosyal yaşamın temeli olan aile kurumunu oluşturabilecek midir?...

Ve son bölüm… Okurun ne zaman olacak diye beklediği izdivaç gerçekleşecek, daha önceden iki yıllık bir Avrupa turuna çıkarılan Emile tam bir Avrupalı Alternatifi olarak geriye döndüğünde ‘Sophie’ ile evlenmeyi hak edecek, bir yandan kendisi gibi güçlü ve hızlı koşabilen bir kadınla yaşamanın tadını çıkarırken, diğer yandan da zamanının bütün ünlü salonlarında arzı endam edebilecektir…

Avrupa Emile’e ve Sophie’ye hazır olmasa da onlar Avrupa’ya çoktan beri hazırdırlar çünkü…

Not: İki bölüm halinde hazırlanan ve ''DOĞAL ÖĞRENCİ EMİLE’DEN TÜRK ÖĞRETMENİNİN RUH DEVRİMİNE'' başlıklı ikinci bölümle devam edecek olan bu inceleme tam metin olarak ''Türk Edebiyatı'' dergisinin ''Temmuz 2007'' sayısında yayınlanmıştır...

Liens utiles